Neler konuşuyoruz, neler yazıyoruz, neler yorumluyoruz neler…
Mesela ben, Yeni dünya düzeninden/Güç ve akıl sahiplerinden/pek çok şeyin birilerinin plan ve oyunu dahilinde cereyan ettiğinden bahsediyorum da bahsediyorum.
Öyle mi gerçekten? Maalesef öyle.
Ama farkında mısınız; hala hasta oluyor, hala kayıplar yaşıyor ve hala ölüyoruz…
Hatta insanın insana kulluğu daha da artıyor,
Sefalet kol geziyor,
Adaletsizlik/zulmet/cinayetler hiç durmadığı gibi arttıkça artıyor.
Güya modern çağdayız,
Güya insan odaklı yönetişimlerin/yaklaşımların/politikaların olduğu bir devirde yaşıyoruz.
Emin olun ki ilkel dönem yaşantıları/kılıç-kalkanlı devirler/insanın karnı doyunca bunu zenginlik olarak gördüğü çağlar bundan çok daha iyiydi/vicdanlıydı/insafı vardı…
Yok efendim, yapay zeka devriymiş,
Vay efendim, bilişim/dijitalizasyon dönemiymiş,
Aman efendim, modern yaşamın kitabı yeniden yazılıyormuş…
Fasa fiso… Külahıma anlatın bunları.
Daha acı olanı ve hatta en acısı da zaten bu biliyor musunuz;
Gazze’ye bakıyoruz; o an üzülüyoruz, gözlerimiz yaşarıyor ama birkaç dakika sonra haber bülteni başka bir habere geçince unutuveriyoruz.
O çocukları, kadınları, ihtiyarları gördünüz değil mi? Onlar bir ekmek için/bir bardak çorba için/bir tablet ilaç için ne haldeler gördünüz, değil mi?
Ne yazık ki tüm bu cinayetler/vahşetler/katliamlar/soykırımlar bütün dünyanın gözü önünde/bilgisi dahilinde ve kimilerinin alkışları eşliğinde yapılıyor.
Modern çağmış/21. yüzyılmış… Pabucumun modernitesi!..
Bayram yazısı yazacaktım,
Buyurun işte, bayrama sıra bile gelmedi!
Sağımızda, solumuzda, altımızda, üstümüzde acının resimleri boy boy dururken,
Feryatlar, eninler, ağıtlar arşı inletirken,
Sadece insanlar değil, insanlık katledilirken;
Bayram yazısı, bayram kutlaması, bayram fazileti nasıl yazılabilir ki?..
Eskiden,
Her dinin kutsal günlerinin hemen herkes için bir esprisi vardı.
Düşman devletler/düşman milletler/dinler arası düşmanlıkların bile dinsel kutsallıkları dikkate alınır ve o anlarda savaş bırakılır, ateşkes yapılırdı.
Ama artık kim kime dum duma…
Vuran vurana, kıran kırana!..
Ama ne var biliyor musunuz?
Ölüm var ölüm!.. Öldürenin bile kaçamadığı ölüm gerçeği…
Uzağa gitmeyelim, kendi ülkemizden örnek verelim:
Kimisi erken kimisi geç; göçüp gittiler…
Ferdi Tayfur… Tanımayanın bile kalbinde olan bir sanatçıydı ama bakın öldü,
Volkan Konak… Daha 58’indeydi ama bakın öldü,
Deniz Arman… Gazeteci… 65’inde göçüp gitti,
Kahtalı Mıçı… Kalmadı bu dünyada; o da çekti ve gitti,
Edip Akbayram… Motorları maviliklere sürdü ve bu dünyaya veda etti,
Osman Sınav… Yönetti, izletti, Deli yürek efsanesi gibiydi ama o da durmadı ve gitti,
Bahar Öztan… Daha 61 yaşındaydı ama Bahar da el etti, hoşça kalın dedi ve ebedi alemi tercih etti,
Şinasi Yurtseven… Düğün dernek dedi, Çalgı Çengi dedi ve 51 yaşında elveda tebessümüyle bıraktı gitti.
Sırrı Süreyya Önder… Barış sembolü, hoşgörü örneği idi. Kimseye beddua bile etmem ben diyen bu adam da en kritik bir süreçte, öte tarafa gitti…
Metin Arolat mı/Kenan Işık mı/Ayla Algan mı/Ahmet Uğurlu mu dersiniz; bıraktılar ve gittiler…
Bakıyorum da; umurumuzda bile değil.
Adeta ölen ölür; kalan sağlar bizimdir, misali sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi/dünyaya kazık çakmışız gibi birbirimizi yemeye/bir diğerimizi incitmeye/bizden olmayanı boğmaya aralıksız devam ediyoruz.
“İnsan insanın kurdudur.” söyleyişini haklı çıkarmak için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz!
Her sene, yine ve yeniden görüyorum ki gerçekten hiçbir canlı yapamazmış; insanın insana yaptığını…
Ne olacak yani?..
İktidara gelsen ne olacak/iktidardan götürsen ne olacak/iktidarda kalsan ne olacak?
Bayrama giriyoruz, mübarek Kurban Bayramı’na…
Kurban kesmeye gerek kalmamış sanki; birbirimizi kesiyoruz/umursuzca birbirimizi yemekten imtina etmiyoruz!
Elinden gelen bir diğerine hayatı zindan ediyor/hatta elimizden gelse bir diğerimizi gerçekten keseceğiz!
Laf zamanı ağzımız dolu dolu bayramların fazilet/erdem ve mübarekiyetinden dem vuruyoruz,
Bayram mesajları yayınlıyor/koca koca sözlerle “Alem-i İslam’ın bayramını kutluyoruz.” diye içi boş seramonik laflar edip duruyoruz.
Adeta “Oh, be! Kutladık geçti! Bunu da savdık.” dercesine…
Eskiden/aslında çok da eski değil; çok yakın eskiden, gerçek bir samimiyet hissi içinde bayram kutlardık.
Çünkü gerçekten bayram faziletine inanır/bayramın ruhuna muvafık ve mutabık davranırdık.
Allah sonumuzu hayretsin ama bu yaşıma geldim; şu son 5-6 yıldır gördüklerimi hiç görmedim/yaşadıklarımı hiç yaşamadım ve hissettiğim hissizliği hiç hissetmedim!
Bir bayram öncesinde, ruhumda bu kadar derin yaralar/sızlamalar ve burukluk hiç yaşamamıştım.
Acaba,
Bir ben miyim böyle hissedemeyen/hissizleşen veya hissi körleşen diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.
Ama etrafıma bakınca hemen herkesin benzer boyutlarda birer mutsuzluk abidesi olduğunu fark edebiliyorum maalesef…
Neyiz biz? Kimiz? Neciyiz? Ve neydik neye dönüştük de; bu kadar kendimiz olmaktan uzaklaşmayı başarabildik?
Yahu Arkadaşlar!
Savaşa değil; Bayrama giriyoruz bayrama…
Gerekçemiz de hazır;
“Ne yapalım… Dünya çok kötü bir hale geldi.”
Peki o halde illaki dünya ile birlikte kötü olmak mı gerekiyor?
Dünya kötü hale gelmişse gelmiş; sen kendi içinde iyilikten yana olsan/kötü olmamaya dirensen ve ölümlü olduğunu unutmadan; tüm dünyaya inat, inandığım gibi yaşayacağım desen ne olur yani!..
Gözlerimizi açıp baksak daha düne kadar birlikte bayramlar kutladığımız/sohbetler ettiğimiz/özleştiğimiz onlarca, yüzlerce insanın birer birer gittiğini fark edeceğiz.
Bunun daha ötesi yok arkadaşlar, yok!
Dünya var olduğundan beri ölümü öldürebilen birisi çıkmadı, kıyamete kadar da bunu başarabilen çıkmayacak!
Daha geçenlerde vefat eden Sırrı Süreyya Önder’in Beynelmilel filmi vardı.
Orada şu türkü okunuyordu:
Dünyasına dünyasına
Aldanma dünyasına…
Dünya benim diyenin
Dün gittik dün yasına…''
Allah aşkına!
Şu mübarek Kurban Bayramı’na girerken
Birazcık geri çekilin/acımasız hırsları birazcık bir kenara bırakın ve sadece insan olarak/ölümlü bir fani olarak bir bakmayı deneyin.
Deneyin ki,
Yapacağınız bayram kutlamaları/tebrikleri bile birazcık samimi olabilsin…
Deneyin ki,
Kimsenin ama kimsenin, yarına çıkmaya senedinin olmadığı bu hayat macerasında hiç olmazsa şu bayrama birazcık insanlık katılabilsin.
Akıl alır gibi değil!
Ölümle karılmış harcımız ama ölüme bile yabancıyız/sanki biz ölmeyeceğiz ve sadece hep başkaları ölecek!
Değil işte değil!
Ölmeseydi, Rabbimizin “Sen olmasaydın ben bu cihanı yaratmazdım.” buyurduğu Peygamber Efendimiz ölmezdi!
Sonuç:
Abdurrahim Karakoç der ki:
Bayram af günüdür, barış günüdür,
Bayramlar rahmete giriş günüdür,
Bayram, Hak menzile varış günüdür,
Gönlümü verdiğim bayramlar hani?
Ya bayramlar bayram olsun kurtulsun,
Ya takvimler cayır cayır yırtılsın…
Yine de/her şeye rağmen,
Rabbimizin bizi bu bayram arifesine eriştirdiği şu günlerde tüm kalbimle/gerçek hislerimle ve hâlâ kaldığını düşündüğüm tüm samimiyetimle herkesin ve özellikle de ruhu buruk/gönlü kırık, mağdur, mazlum, mahzun olan herkesin bayramını canı yürekten kutluyorum…
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.