Kim inanır?

Hz. Ali ve Muaviye…
Aralarındaki çekişme, kavga ve rekabeti bilmeyen yoktur.
Muaviye denen bu zat-zevat… Hz. Ali’nin anasından emdiğini burnundan getiren bir nüsubettir…
İslam tarihinde…
Siyasal dalavere… Manipülasyon… İşine-dişine göre İslam anlayışının kitabını yazan adamdır.
Deha derecesinde oportünist… Onulmaz bir muhteris… Kabilevî narsist… Ve belki de ilk kumpasçıdır…
Biri çıkıp “Makyavelli’nin ilham kaynağı Muaviye” demiş olsa… Valla değil diyemem…

Bir Anekdot:
Hz. Ali halifedir,
Muaviye denen muhteris mütekebbir adam da Şam valisi...
Küfe, Hz. Ali taraftarlarının yoğun olduğu bir şehir…
Birgün Küfeli bir Arap, devesiyle Şam'a gider.
Sokaklarda dolaşırken biri ona yanaşır ve der ki:
—O dişi deveyi bana ver!.. O benimdir!..
Küfe'den gelen adam, "bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir" diye itiraz eder ama bir türlü anlaşamazlar.
Şamlı “o dişi deve benim de benim” der durur...
Durum öyle bir noktaya gelir ki… Ahali meydanda toplanır ve ana gündem bu konudur.
Muaviye haberdar olur ve Şam meydanına gelir.
Küfe'den gelen adamı da, deve benimdir diyen Şamlıyı da dinler,
Ve kararını açıklar:
—Bu dişi deve Şamlınındır!
Sonra toplanan büyük kalabalığa döner ve sorar:
—Ey Ahali! Bu dişi deve kimindir?
Ahali hep bir ağızdan:
—Şamlının!
Zavallı Küfeli… Yaşanan tiyatroyu bir türlü aklı almaz… Tek yapabildiği şaşkın ve mahzun şekilde devesinin ardından bakmaktır…
Vali Muaviye, Küfeliyi yanına çağırır ve şunu söyler:
Ey Küfeli!
Beni iyi dinle…
İkimiz de biliyoruz ki,  bu deve senindir ve dişi değil, erkektir…
Sen şimdi doğruca Küfe’ye gideceksin…
Oraya varınca da, Ali’nin yanına çıkacak ve şu mesajımı ileteceksin:
“Ey Ali!
Şam’da… Muaviye'nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen… Ve, o ne derse evet diyen binlerce adamı var!
Ayağını denk al!.."”


Kıssa’dan Hisse kısmına gelince…
İki kelime: Nereden nereye…

Bugünün ahalisi “dişi deve Şamlının” mı diyor hala?
Hayır… “Takke düştü kel göründü” diyor…

Başka ne diyor?
“Ne söylesen boş… Göklerden gelen bir karar vardır…
Yeter söyletme beni… Artık maymun gözünü açtı!”
diyor.

Peki Gencebay Orhan ne diyor?
Kendisi bugünün saraylısı...
Ama hala dilimizde şarkısı:
“Vazgeç gönlüm sen bu aşktan
Sana kıymet veren mi var?


Kapat çile kapısını
Girmesin o vefasızlar
Dünya denen şu hanede
Elbet seni biri anlar…”


Ya Nazan Öncel ne diyor?
Tantana var iş yok
Gürültü var ses yok
Sureti var aşk yok
Görüntü var renk yok…


Aynı nakarat,
Yarısı bayat,
Hep aynı, aynı…
Yarısı hayat
Anlat, anlat…


Geride kim kaldı?
İktidarına kızan ama dışarıya susan… Kendi kendiyle konuşan… Yanıldığını görmemeye çalışan…
Ve “Sakın! Tek bir yalan daha söyleme!.. Çünkü inanırım…” diyen; Ezel’in Ömer versiyonu kaldı…

Ömer kim? Bana Ömer’i anlat?
Ramiz Dayı yaşasa, şöyle anlatırdı Ömer’i sana:
“Ömer’in nesini anlatayım sana kardeş!
Ömer… İşte öyle herhangi biriydi…
Ömer önemsizdi… Ömer cahildi… Ömer saftı…
Ömer’i kullandılar… Horladılar…
İtip kaktılar Ömer’i… Sonra da fırlatıp bir kenara attılar…
Ömer’in zaafı sadakatiydi… Köpek gibi sadıktı sevdiklerine…
Ömer’den geriye ne kaldı ki… Ne anlatayım sana kardeş…”


Ya iktidar ne diyor bu işe?
Malum sonu görüyor ama kabullenemiyor…
Farkında artık; sözün bittiği yerde…
Kendi susuyor… Macbeth konuşuyor iktidarın adına:
“Döktüğüm kanla akıp gitse her şey,
Bir vuruşta sonuna varılsa idi işin,
Öbür dünyayı gözden çıkarırdı insan…
Ama bu işlerin daha burada iken görülüyor hesabı.
Verdiğimiz kanlı dersi alan… Gelip bize veriyor aldığı dersi...
Doğruluğun şaşmaz eli, bize sunuyor; içine zehir döktüğümüz kupayı…”

OGÜNhaber