Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Dario Fo, çağdaş tiyatroda politik hicvin en etkili temsilcilerinden biridir. Yazın serüveni boyunca Commedia dell’arte geleneğinden beslenmiş ve epik tiyatro anlayışıyla halkın gündelik yaşantısını, siyasal düzlemdeki çelişkileri ve sınıfsal mücadeleleri sahneye taşımıştır. Fo’nun yapıtları, geleneksel dramatik yapıyı altüst eden, izleyiciyle doğrudan ilişki kuran, karakterin yabancılaşmasına değil, izleyicinin uyanmasına hizmet eden bir biçim anlayışıyla örülmüştür.
Cihangir Atölye Sahnesi tarafından Füsun Demirel çevirisiyle tiyatroseverlerle buluşturulan "Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!” adlı oyun, bu bağlamda Fo'nun en çok bilinen, en evrensel ve en güncel metinlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Dario Fo, bu eserinde yalnızca ekonomik sömürüyü değil; orta sınıfın, ılımlı solun ve düzen içi muhalefetin edilgenliğini de hicvediyor. Oyunda, çatışma sadece sınıflar arası değil, sınıf içi değerlerde de görünüyor. Kadın karakterlerin örgütlenmeye yatkın, aktif ve çözüm üretici olması; erkek karakterlerin ise sisteme uyumlu ve edilgen hâlleri, yazarın feminist duyarlılıklarına da işaret ediyor. Fo, karakter yaratımında karikatürleştirme aracılığıyla “tip”lere yönelirken, sahnede izleyicinin kendi yaşamından izler bulabileceği kadar somut ve yerel imgelerle evrensel mesajlar üretmeyi başarıyor.
“Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!”, bütün bu yönleri ve yan fikirleriyle ekonomik kriz temalı bir komedi olmaktan öteye geçiyor. Oyun; sınıf bilinci, dayanışma, sivil itaatsizlik, toplumsal cinsiyet rolleri ve pasif direniş biçimleri gibi temalarla hâlâ günümüz seyircisini düşündürmeye devam ediyor.
Arzu Gamze Kılınç’ın Sahneleme Dili
Arzu Gamze Kılınç rejisi, oyunun özüne sadık kalan, Brechtyen dramaturgiyi yerelleştiren bir anlayışla örülmüş. Yabancılaştırma tekniklerini seyirciyle mesafeyi korumak adına oldukça dozunda kullanmış; özellikle dramatik yoğunluğun yükseldiği anlarda sahne matematiğini bozan jest ve mizansenlerle izleyicinin salt duygudaşlığa kapılmasının önüne geçerek eleştirel bilinç uyanışını desteklemiş. Bu bağlamda Kılınç’ın yönetmenliği sadece estetik değil, pedagojik bir işlev de taşıyor.
Yönetmenin sahnelemesi düşünsel tabakaları görünür kılmakla kalmıyor, onları seyirciyle tartışmaya açıyor. Oyunun finaline doğru kırılan dramatik yapı ve seyirciye yöneltilen bakışlar, tiyatronun yalnızca bir temsil değil, bir yüzleşme alanı olduğunu yeniden hatırlatıyor.
Kılınç, belli ki oyuncu yönetiminde detaycı ve katmanlı bir çalışma yürütmüş. Oyuncuların neredeyse tümü, yalnızca repliklerini söyleyen değil, karakterlerinin bedenini ve sesini kullanan, iç aksiyonla dış aksiyon arasında organik bağ kuran performanslar sergiliyor. Bu durum, oyunculukta Stanislavski’den Grotowski’ye uzanan bir organiklik anlayışını da yansıtıyor.
Oyunculuklar Üzerine...
Oyunun en parlak performansı, kuşkusuz Antonia rolüyle Serpil Göral’a ait. Göral; kimi zaman sahici, kimi zaman da groteske kayan bir oyunculuk diliyle, deyim yerindeyse sahnenin en güçlü dinamiğini oluşturuyor. Rolünü “oynamıyor”, sahne üzerinde yaşar kıldığı karakterle özdeşlik kurarak, iç motivasyonunu dış eylemle destekliyor. Bu hâliyle sunum oyunculuğu ile temsilî oyunculuk arasında bilinçli bir salınım sergiliyor. Aynı zamanda izleyicinin duygusal katılımını kesintiye uğratmadan, düşünsel bir tabakayı da inşa ediyor.
Berfin Karatay, Margherita rolünde yer yer iç aksiyona dair derinlikler sunsa da, partneri konuşurken oyundan kopması ve hareketlerinin yapaylaşması, sahne dinamiğinde kesintiler yaratıyor. Tiyatroda “reaksiyon oyunculuğu” kavramı, bir oyuncunun kendi repliği olmayan anlarda da sahnede varlığını sürdürebilmesine dayanır ki bu temsilde de reaksiyonel olmak, büyük önem arz ediyor lâkin bu hâliyle Karatay’ın performansı, parçalı bir varoluş sunuyor.
Kıvanç Kılınç, Giovanni karakterinde oyunun taşıyıcı kolonlarından biri oluyor. Özellikle erkek karakterin ekonomik korkular ve ahlâkî çelişkiler arasındaki gelgitlerini mizahî bir dille sergilerken, kendi derininde yatan çatışmasını da seyirciye hissettirebiliyor. Bu, performansın bir tek komikliğe değil, aynı zamanda alt metinlere de dayandığını gösteriyor.
Osman Onur Can, çoklu rollerde neredeyse bir commedia dell’arte oyuncusu gibi sık sık form değiştiriyor. Oyunculuğunu mimik, jest, tempo ve zamanlama açısından yüksek bir bilinçle örüyor. Her karakteri beden diliyle ayrıştırırken, oyunculukta transformasyon denen olguyu başarıyla ortaya koyuyor ve adeta nörosomatik bir performans sergiliyor.
Alper İrvan ise Luigi rolünde daha sönük ve düz çizgisel bir performans sunuyor. Karakterin mizahî olanaklarını yeterince zorlamadığı, sahne enerjisinin düşük kaldığı gözlemleniyor. Bu da ansambla dair bütünlükte kısmen zayıf bir halka hissi uyandırıyor.
Teknik Unsurlar ve Sahne Tasarımı
Osman Özcan’ın dekor tasarımı, oyunun realizmle ilişkisini destekleyen titiz bir çalışmaya dayanıyor. Dekorun ev olarak inşa edilmesi, mekânsal bir yapı olmanın ötesinde dramatik bir işleve de sahip zira evin içi ve dışı, karakterlerin sosyal alanla ilişkisini belirliyor. Gerçekçi ev atmosferi, metnin yerelliğini güçlendirdiği kadar, varoş yaşamının estetik temsiline de hizmet ediyor.
Onur Alagöz’ün ışık tasarımı, metnin derdini ve rejinin dünyasını destekleyici, atmosfer yaratıcı ve sahne geçişlerinde etkileyici bir anlatım dili kuruyor. Özellikle epizotlar arasında kullanılan ışık kırılmaları, Brechtyen sahne değişim mantığını destekliyor.
Dil Kullanımı...
Oyuncuların tümü, Türkçeyi büyük bir özenle konuşuyor. Bu durum, repliklerin sadece bir anlam aracı değil, aynı zamanda müzikalitesi olan bir yapı şeklinde değerlendirilmesi açısından çok mühim. Vurgu, tonlama ve artikülasyonda gösterilen titizlik, oyunun komedi ritmine katkı sağladığı gibi, seyirciyle kurulan iletişimi de pürüzsüz kılıyor. Bu anlamda, genç kuşak oyunculara örneklik teşkil edebilecek bir ses ve diksiyon disiplini gözlemleniyor.
Sonuç olarak, Cihangir Atölye Sahnesinin bu yapımı da çoğu temsillerinde olduğu gibi sahneleme, oyunculuk, teknik donanım ve düşünsel derinlik açısından nitelikli çalışmalardan biri olma potansiyeline sahip. Genel olarak oyuncuların etkileyici performansı ve yönetmenin entelektüel rejisi, izleyiciye hem güldüren hem düşündüren hem eğlendiren hem de sarsan bir deneyim sunuyor. Ve yine bu yapım, tiyatronun salt estetik değil, etik bir eylem olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Ciddi, sanatsal ve eleştirel düşünebilen her seyircinin mutlaka izlemesi gereken bir misâl oluşturuyor.