Tiyatro Mitos – Yan Rol

Tiyatro Mitos’un sahneye taşıdığı “Yan Rol”, bir kadının varoluş kıyısında duran, ironinin keskin diliyle sarılmış, sahici, sarsıcı ve neredeyse gündelik olanın içinden şiirsel bir biçimde yükselen bir monolog. Bu metin, bir kadının hikâyesinin yanı sıra meslekî kırgınlıkların, aile içi travmaların, kadın bedeni ve kimliği üzerinden şekillenen toplum baskısının kolektif hafızadaki yankısına işaret eden, postmodern ve katmanlı bir dramaturjik kurgu. Yazan Deniz Madanoğlu, yöneten Şenol Önder ve sahneyi tek başına dolduran oyuncu Merve Polat ile birlikte bu yapım, yalnızca bir oyun izletmiyor; izleyiciyi, karakterin ve onu yaşar kılan oyuncunun iç sesine ortak eden ve yine onu bir tanıklık alanına davet eden toplumsal bir vicdan seansına dönüşüyor.

Kadınlık, Sektör, Sıkışmışlık: İktidar İlişkilerinin Sahne İfşası

Oyun metni; birçok kadının hep bir başkasının hikâyesinde yan karakter olmaya itilmesinin dramatik yorgunluğunu taşırken, bu yorgunluğun zamanla bir başkaldırıya nasıl evrildiğini anlatıyor. Sadece tiyatro sahnesinde değil; hayatta da kimi zaman kadınların görünmez emeği, söze dökülmemiş öfkesi, susturulmuş sesi, bu oyunda ete kemiğe bürünüyor.

Yazar Madanoğlu, salt bir kadının kişisel hikâyesini anlatmakla sınırlı kalmıyor. O, kadın bedeninin politikleşmiş hâlini, sistemde görünür olmayan emeğini ve sanat üretiminde karşılaşılan eril hegemonyayı sahne diline ve dolayısıyla hikâyeyi bu yolla bir bakıma kamusal alana taşıyor. Ancak bunu sloganvari ve itici bir dille değil, incelikli bir mizahla, ölçülü bir melankoliyle ve tiyatronun estetik olanaklarıyla yapıyor.

Yan Rol’ün en güçlü taraflarından biri, metnin içeriğinde gizleniyor. Kadınların tiyatro ve dizi sektörü içindeki temsillerinin yanı sıra gündelik hayatta karşılaştıkları cinsiyetçi kodları da cesurca faş ediyor. Baba-kız ilişkisi, annenin ev içindeki durumu, erkek yönetmenlerin bakışları, daima “kanka kız arkadaş” rolüne sıkıştırılmış olmanın içsel yıkımı ve medya sektöründeki seksist yapı; hepsi özenle ve yer yer komik bir dille anlatılıyor ki seyirci bu farkındalık yükünü öyle birdenbire ve alelade değil, yavaş yavaş taşımaya başlıyor.


Reji, Ritim ve Renk

Tek oyunculu metinlerin en büyük riski, dramatik akışın tek bir ağızdan ve sabit bir tonda aktarılması hâlinde monotonluğa kaymasıdır ancak Şenol Önder, metni sahneye taşırken bu tuzağa düşmeden, aksine metne katmanlı bir ritmik yapı, dinamik geçişler ve fiziksel ritimle beslenmiş anlatı aralıkları kazandırarak hem metnin iç ritmini ayakta tutuyor hem de oyuncunun sahnede bir bütünlükle akmasına olanak tanıyor. Dolayısıyla sahne yapısını yönlendiren gözün, yani yönetmenin, oyunun teatral matematiğindeki rolü inkâr edilemez büyüklükte oluyor.

Şenol Önder’in rejisi, anlatı tiyatrosunun sınırlarını zorlayan bir yerden hareket ediyor. Sözün ağırlığının ve içeriğin duygusal yoğunluğunun farkında olarak, bu yoğunluğu oyuncunun omzuna yüklemiyor; onu dekorla, ışıkla, hareketle ve dramaturjik aralıklarla dengeliyor. Bu anlamda Önder’in yönetimi, tam anlamıyla bir denge arayışının sahne pratiği olarak okunabilir: Mizah ile trajedi, anlatı ile temsil, doğaçlama ile yapı arasındaki o kırılgan sınır, sahne üzerinde büyük bir titizlikle örülüyor. Özellikle baba figürünün anıldığı bölümlerdeki duraksamalar, anlatının gerek içeriksel gerek yönetimsel olarak bir ritim kazandığını gösteriyor.

Oyuncunun bedenini merkeze alan sahneleme yaklaşımı, hareket tasarımcısı Caner Peçenek’in katkısıyla destekleniyorsa da bu alanı sahne üzerindeki atmosferle birleştiren temel organizasyon Önder’e ait... Sahne boşluğu, dekorun anlamlandırıldığı yerler ve oyuncunun bu boşlukta gezinme biçimi neredeyse Beckettvari bir varoluş mekânına dönüşüyor.


Rejinin bir başka başarısı da duygusal patlamaların yer aldığı sahnelerde bile yapaylığa kaçmayan, teatral dozajı ustaca ayarlayan bir ton yaratmasında saklı. Oyunun özünde taşıdığı feminist alt metin veya sisteme eleştirel bakış, asla ajitasyona düşmeden, gerçekçi bir üslûpla aktarılıyor. Bu, elbette yazarın tercihiyle de ilgili olmakla birlikte, yönetmenin reji etiğiyle de doğrudan ilişkili…

Önder, rejisiyle aynı zamanda şunu da söylüyor: Bir kadın, sahnede tek başına olabilir ama o yalnız değildir zira onun taşıdığı her kelime, birden fazla hayatın sesi olabilir. Bu yönüyle yönetmen, oyuncusuna sahnede duracağı zeminle beraber, o zeminin nasıl yankılanacağını da sunmuş oluyor. Oyuncunun doğaçlama anlarında, seyirciyle kurduğu ilişki de aslında rejinin “açık form” anlayışıyla örtüşüyor. Dolayısıyla reji, sabit bir çerçeve çizmiyor, oyuncuya alan açıyor ama o alanın duvarlarını estetik bir disiplinle örüyor.

Dekorun Dili, Kostümün Anlatısı: Kadınlığın Görsel Kodları

Oyun başladığında gözler, ilk olarak sahneye yerleştirilmiş yalın ama anlam yüklü bir dekorla karşılaşıyor. Cihan Aşar’ın tasarladığı mekân; bir tiyatro kulisini andıran, makyaj aynası, askılar, kutular ve kadınsı ögelerle bezenmiş bir evren... Bu minimal ama simgesel dekor yerleşimi, bize bir tek karakterin mekânsal çevresini değil, aynı zamanda zihnindeki dağınıklığı, belleğindeki sahneleri ve kırılmaları da sezdiriyor. Kadın kimliğine içkin aksesuarların fazlalığı, metnin altını çizdiği o “sözde fazla görünürlük ama reelde ise görünememe” meselesini sahne plastiklerinde görselleştiriyor.

Kostüm ve aksesuardaki seçimler ise kadın olma hâlinin gündelik ama ağır yükünü omuzluyor. Bu detaylar, kadının sahnede de hayatta da sürekli “hazır” olmasının ironisini taşıyor gibi. Bu hazır olma hâli, hep bakımlı, hep beklemede, hep sırada kalmaya yazgılı bir kadın figürünün eleştirisini estetize eden bir sahne unsuruna dönüşüyor.


Dramaturji, Işık, Müzik

Dramaturg Arzu Önder’in yapısal katkısı, oyunun derinliğinde hissediliyor fakat metnin süresi zaman zaman ritmik düşüşlere neden olabiliyor. 70 dakika olarak duyurulan oyun 85 dakikaya yakın sürüyor ve bu da seyri yer yer zedeliyor. Metnin yeniden bir çalışmayla sıkılaştırılması, dramatik yoğunluğu daha kompakt bir hâle getirebilir.

Onur Duru’nun ışık tasarımı, oyun boyunca dikkat çekici ve efektif kullanılıyor. Özellikle karakterin duygusal geçişlerinde ışıkla yapılan vurgu, anlatıya ciddi katkı sağlıyor. Sahneyle duygunun paralel ilerlemesini sağlayan ışık düzeni, izleyiciye hem duygusal hem estetik bir deneyim sunuyor.

Müzik (Mustafa Kemal Öztürk), yer yer tempoyu yukarı çekiyor lâkin daha yoğun bir kullanımın oyuna dinamizm katabileceği düşüncesi de oyunun ardından akıllarda kalıyor. Müzik, bu metinde fondan öte anlatının kendisine dönüşebilecek potansiyele sahip olabilirdi. Bu bağlamda müziğin işlevselliği daha fazla değerlendirilebilir.


Performans: Duygudan Mizaha, Mizahın Gölgesinde Travmaya

Merve Polat’ın sahnedeki hâkimiyeti oyunculuk becerisinin ve oynadığı karakterle kurduğu düşünsel ve duygusal bağın doğal sonucu... Jest ve mimiklerdeki yüksek temsil kabiliyeti, bir içgörüyle birleşince hem kırılgan hem güçlü hem isyan eden hem kabullenmiş hem komik hem de iç burkan bir kadın portresi çıkarıyor karşımıza.

Oyuncunun beden dili, zaman zaman groteske yaklaşan bir karikatürize ile toplumun kadınlara dayattığı rolleri açığa çıkarırken diğer yandan iç sesiyle verdiği dramatik katman, oyunu trajikomik bir çerçeveye taşıyor. Komik anlar tam bir kahkaha patlamasına neden olurken, o kahkahanın hemen ardına gizlenen burukluk, izleyiciyi sarsıyor. Bu da gösteriyor ki oyun, güldürmeyle beraber, gülme arzusunun altında bastırılmış acıyı da duyurmayı başarıyor.

Metnin zaman zaman doğaçlamaya açıldığı yerlerde, Polat’ın seyirciyle kurduğu etkileşim güçlü ve kararlı... Riskli şakalarla, hazır cevaplı çıkışlarla, anlık reaksiyonlarla kurulan bu ilişki, izleyiciyi pasif bir tanık olmaktan çıkarıp oyunun bir parçası hâline getiriyor. Oyuncunun sahne üzerindeki varlığı, adeta bir stand-up rahatlığında akarken, tiyatro ciddiyetini ve karakter derinliğini de bir an bile terk etmiyor.


Sonuç: Komik Olanın Ardındaki Derin Yara

“Yan Rol”, sahneye bir kadını koyuyor ama aslında bir toplumu anlatıyor. Komik anlatımın gerisine gizlenmiş, üstü örtülmeye çalışılan birçok travma, dışlanma ve bastırılmışlık birer birer ifşa ediliyor. Oyun, bu minvalde izleyicisini güldürerek sarsıyor, sarsarak düşündürüyor.

Bu oyun, yalnızca iyi kotarılmış tek kişilik bir performansa değil; çok sesli, çok acılı, çok gülünç ve çok derin bir toplumsal monolog olarak iz bırakan bir anlatıya imza atıyor. Ve oyunun sahneye konulduğu ilk sezon Merve Polat’ın aldığı ödüller, salt bireysel bir başarıyı değil, bir kadın anlatısının sahnede bu kadar sahici, bu kadar güçlü bir şekilde var olabilmesinin kolektif takdirini temsil ediyor.

 

OGÜNhaber