Tiyatroda bir diva: Müzeyyen’in sahne yolculuğu

Cumhuriyet’in kültürel inşasında müziğin taşıdığı anlam, bireylerin sesleriyle yeniden biçimlenir. Bu biçimlendiricilerden biri, hatta belki de en benzersizi Müzeyyen Senar’dır. Sesiyle yalnızca notaları değil, bir ulusu titreten; repertuvarıyla sadece şarkıları değil, kolektif belleği de yoğuran bir sanatçıdır o. Cumhuriyet’in ilk yıllarında şekillenmeye başlayan modern Türk müziğinin kurumsallaşmasında, solistlik figürünün belirginleşmesinde, sahne estetiğinin dönüşmesinde Müzeyyen Senar, salt bir yorumcu değil, bir temsil ve direniş biçimi olarak tezahür eder.
Onun sesini tarif ederken teknik olarak tok, güçlü, işveli demek kâfi değildir zira aynı zamanda müzik dolu bir bağlamın içinden gelen, geçmişin çok katmanlı dokularını bugüne taşıyan bir hafıza aracıdır. Alaturkadan geleneksel formu miras alırken, onu Batı müzikalitesinin sahne üslûbuyla mezcetmiş; özgün bir sahne duruşu, yorum biçimi ve stilistik yapı ortaya koymuştur. Dolayısıyla Müzeyyen Senar'ı sahneye taşımak, yalnızca bir biyografiyi değil, bir dönemi, bir müzik paradigmasını, bir kadın kimliğini ve bir ses estetiğini sahnelemek anlamına gelir. Bu bağlamda Kadıköy Halk Tiyatrosu’nun Müzeyyen (Benzemez Kimse Sana) başlıklı biyografik tiyatro çalışması, sanat tarihinde silinmez bir iz bırakmış bir figürü sahneye taşıma çabası olarak dikkat çekiyor.
Tiyatroda Biyografik Anlatı
Biyografik oyun, teatral yapının en kırılgan formudur. Gerçek bir yaşam öyküsünün sahneye aktarılması, belgeselci bir düzlem ile dramatik bir kurgu arasında sürekli bir salınım gerektirir. Eseri yazıp yöneten Ali Yalçıner de Müzeyyen Senar’ın hayatını kronolojik olmayan bir yapı içerisinde ele alarak, epizodik bir anlatım tarzı benimsiyor. Bu tercih, izleyicinin zaman içinde lineer bir yolculuğa çıkması yerine, belleğin parçalı yapısını çağrıştıran bir kolajla karşı karşıya kalmasını sağlıyor. Böylece oyun hem Senar’ın yaşadığı gelgitleri hem de Türkiye'nin sosyo-kültürel değişimini eş zamanlı olarak işleyebiliyor.
Metnin dramatik yapısı, monologlar ve diyaloglarla örülmüş sahneler arasında akarken, şarkıların içeriğe organik olarak yerleştirilmiş olması, dramatik akışı kesintiye uğratmadan duygusal rezonansı artırmayı başarıyor. Can Alper tarafından yapılan müziklerin yerleştirilişi dikkat çekici çünkü müzik bir fon ya da ara geçiş olmasının yanı sıra anlatının taşıyıcısı ve karakterlerin iç çözülmelerinin dışavurumu oluyor. Lâkin burada playback tercihi, bu sahici etkiyi belirli ölçüde sekteye uğrattığı için sahnelemeye yönelen temel eleştirilerden birine sebebiyet veriyor. Müzeyyen Senar gibi bir “canlı performans” dehasını sahneye taşıyıp, canlı söylemeyi tercih etmemek, teatral gerçekliğin inandırıcılığına gölge düşürebiliyor.
Karakter İnşası ve Oyunculuk Performansları
Seray Gözler ve Ayşegül Yalçıner’in sahnede üstlendikleri farklı yaş dönemlerine ait Müzeyyen Senar yorumu, karakterin bütüncül bir kişilik inşasına hizmet ediyor. Yalçıner, genç Müzeyyen’in hayâlperestliğini, tutkusunu ve enerjisini beden dili ve mimiklerinde yüksek bir devinimle verirken, Seray Gözler’in yorumu ise hatırladığımız Müzeyyen Senar imajını neredeyse ikonografik düzeyde yakalayarak, sahneye zarif ve kararlı bir figür kazandırıyor. Gözler’in sesiyle, duruşuyla, jest ve mimik kullanımıyla yarattığı karakter, adeta bellekteki Müzeyyen suretiyle örtüşüyor. Bu ikili anlatım stratejisi salt zamansal bir geçişi değil, aynı zamanda bir karakterin içsel evrimini göstermekte de oldukça başarılı oluyor. Gençlikteki tez canlılık ve kırılganlık, orta yaşın olgunluğu ve dirayetiyle yer değiştirirken, izleyici de bu sayede bir yandan empati kurabiliyor bir yandan da karakterin dönüşüm sürecine tanıklık ediyor.
Sahneleme Estetiği ve Teknik Yönler
Ferit Özen imzalı dekor tasarımı, minimal ögelerle dönemsel atmosferi yaratmakla kalmıyor, simgesel okumalara da olanak tanıyor. Zaman zaman bir meyhaneye, zaman zaman bir konser salonuna, zaman zaman ise bir ev içi sahnesine dönüşebilen bu çok işlevli sahne düzeni, sahneleme ekonomisi açısından oldukça başarılı.
Sahne ışıklarının (özellikle dramatik geçişlerdeki pastel tonlar ve loş geçişler) katkısıyla sahnelemeye görsel bir rafinelik kazandırılıyor. Bu unsurlar, bir biyografi oyunu için olmazsa olmaz olan atmosfer yaratımında işlevsel birer araç hâline geliyor.
Müzikal Dramaturji ve Kültürel Bellek
Oyunun en güçlü yanlarından biri, yakın dönemin musıkî tarihine ve kültürel belleğine açtığı pencere... Dönemin müzikal ikonları, sahne ortamları, plâk kültürü, radyo yayınları ve gazino atmosferiyle birlikte bir Türkiye panoraması da sunuluyor. Bu yönüyle oyun, sadece önemli bir şahsiyetin biyografisini değil, bir milletin müzikle kurduğu duygusal ilişkiyi de sahneye taşıyor. Özellikle izleyiciyi zamanın içine çeken şarkılar, dramatik yapının müzikal dramaturjiyle iç içe geçtiği örnekler arasında sayılabilir.
Sonuç olarak, Ayşegül Yalçıner ve Seray Gözler’in etkileyici performanslarıyla zenginleşen "Müzeyyen (Benzemez Kimse Sana)" hem bir kadının hayata, müziğe ve sahneye tutunuşunun anlatısı hem de Türkiye’nin müzikal ve toplumsal değişiminin teatral izdüşümü oluyor; dolayısıyla seyirciyi hem bir yaşam öyküsüne tanık hem de bir dönemin ruhuna ortak olmaya davet ediyor. Zira Müzeyyen Senar gibi "benzemez kimse sana" denilebilecek bir sanatçıyı tiyatro sahnesinde yaşatmak, yalnızca bir anma değil; aynı zamanda bir kültürel süreklilik eylemidir. Kadıköy Halk Tiyatrosunun bu çalışması, işte tam da bu sürekliliğe katkı sunan nitelikli bir adım olarak kayda geçiyor.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.