AJANSLAR -
Yakovenko, makalede süreç ile ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:
“30 Temmuz - 1 Ağustos tarihlerinde, Nihai Senedin imzalanmasıyla sona eren Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı'nın (AGİK) 50. yıldönümü kutlanıyor. Bu etkinlik aynı Finlandiya'nın başkenti gibi, kıtadaki gerginliğin azalmasının en görünür sembollerinden biri haline geldi. Hatta etkinlik, aynı zamanda NATO üyesi olarak Avrupa güvenliği sorunlarına müdahil olan ABD ve Kanada’nın da katılımıyla gerçekleşmişti.
Böylece, Lizbon'dan Vladivostok'a kadar Avrupa'yı bir barış ve işbirliği alanına dönüştürmeyi vaat eden genel bir Avrupa süreci başlatıldı. Bunun da ötesinde, içindeki ülkelerde herhangi bir iç kargaşanın yaşanması durumunda (gelişmelerin gösterdiği gibi, Sovyetler Birliği'nin Soğuk Savaş'tan çıkması, Yugoslavya'nın ve ardından SSCB'nin dağılması) kıtanın ‘yumuşak inişinin’ gerçekleşebileceği bir tür çerçeve oluşturulmuş oldu.
Helsinki sürecinin bu olumlu potansiyeli hiçbir zaman hayata geçirilemedi, aksi halde son yılların tüm Avrupa tarihi farklı olurdu ve Batı'nın Ukrayna'da Rusya'ya karşı yürüttüğü vekalet savaşına tanık olmazdık. Her şey yolunda giderken, Batı'nın Rusya'ya yönelik taleplerini göklere çıkardığı ve aynı zamanda güvenlik çıkarlarını tamamen göz ardı ettiği talepkar politikası nedeniyle tam bir çöküşle sonuçlandı.
Yumuşama süreci Batı ve özellikle ABD için zorunlu bir tercih haline gelmişti
Şu anda tarihçilerin de açıkça gördüğü gibi, yumuşama politikası Batı ve özellikle ABD için zorunlu bir tercih haline gelmişti. 1970'lerin neredeyse tamamı Amerika'da ciddi ekonomik krizin boy gösterdiği yıllardı. Ekonomistlere göre, bu dönemde ABD ve diğer Batı ülkeleri, ilerici ekonomik büyümelerinin kaynaklarını tüketti. Vietnam Savaşı zirve yapmışken ve altın standardın reddedilmesiyle birlikte ABD, kendi başlattığı silahlanma yarışını sürdüremezdi. Bu nedenle Moskova ile silah kontrol süreci başlatıldı. Bu anlaşmaların ilki, 1972'de Amerikalıların girişimiyle imzalanan Anti-Balistik Füze Anlaşması'ydı (zira SSCB bu alanda onlardan öndeydi). Genel olarak, Soğuk Savaş politikalarının maliyetlerinden bir süreliğine kurtulmak gerekiyordu ve Batı bundan faydalandı. Ancak 1970'ler-1980'lerde alınan kararların faturalarını şimdi ödemek zorunda kalıyor.
Moskova yumuşamayı memnuniyetle karşıladı ancak Sovyet liderliği ekonomiyi silahsızlandırmaya yönelmedi
Her zaman barış içinde bir arada yaşamayı savunan ancak ortaklarını kendi bakış açısı üzerinden değerlendiren Moskova da yumuşamayı memnuniyetle karşıladı. Mesele şu ki, Sovyetler Birliği de kendi ekonomik ve diğer sorunlarıyla karşı karşıyaydı. Herhangi bir reform korkusu ve düpedüz dogmatizm, ‘ilkelerden ödün verme’ isteksizliği ve toplumun ruh hali de dahil olmak üzere tüm boyutlarıyla soğukkanlılıkla değerlendirememe durumu etkiliydi. Yumuşama bile Sovyet liderliğini ekonomiyi makul sınırlar içinde silahsızlandırmaya sevk etmedi.
Batı ile ideolojik çatışma içinde olan ülkenin aslında Batı'nın ticaret, ekonomi ve finans koordinatları sisteminde var olduğu gerçeğinden bariz bir sonuç çıkarılmadı. Dolayısıyla, egemen ulusal kalkınma hedefleri de belirlenmedi (Batı'dan satın alabilecekken neden kendimiz üretelim ki?). O zamanlar ABD, SSCB'yi kontrol altına almanın en etkili yolunun, Amerika'nın her alanda kendi kalkınmasının başarısında yattığına inanıyordu. Buna, Rusya'nın (kazanmış olmamıza rağmen) Küba Füze Krizi ile sindirilmesi de eklendi. Üstelik, bu deneyim olmadan, sonrasında gelen karşılıklı stratejik kısıtlama ve silah kontrolü de olmazdı.
1990’da, bloklar arasında Avrupa'da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması (AKKA) imzalandı ve Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Hakkında Viyana Belgesi kabul edildi. Ticaret ve ekonomik işbirliğinin kıtada giderek karşılıklı bağımlılık yarattığı ve bunun kıtamızda barışın ek bir garantisi olacağı öngörülüyordu.
Üç Helsinki ‘sepetinden’ ikisi (askeri-siyasi ve ekonomik işbirliği) sorunsuz ilerliyordu, insani ‘sepet’ ise sorunluydu ve yaptırımların yolunu açtı
Üçüncü, insan hakları ve demokrasinin gelişimi ile ilgili insani ‘sepet’, sorunluydu. Burada, bitmeyen ideolojik çatışmadan kaynaklanan önemli anlaşmazlıklar vardı. ‘Evrensel insan değerleri’ ve evrensel kalkınma modelleri olmadığı, her medeniyetin kendine özgü bir modeli olduğu anlaşılmıştı.
Aynı zamanda, oluşturulan Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu'nu da içeren üçüncü ‘sepet’ çerçevesindeki işbirliği, SSCB'ye ve Doğu Avrupalı müttefiklerine karşı, muhalefet ve Yahudi göçü gibi konuların istismarı da dahil olmak üzere bir dizi taciz eylemine yol açtı. Ticaret ve ekonomik kısıtlamalar getirilmeye başlandı ve bu durum, BM'yi devre dışı bırakarak, topyekün bir ekonomik savaş biçimini alan mevcut yaptırım baskısının temelini oluşturmuştu.
Helsinki Anlaşmaları, buna tamamen hazır olan Sovyet liderliğini rahatlatmak için elinden geleni yaptı ve Moskova'yı Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle ilgili olarak dezavantajlı bir konuma düşürdü. ABD, Helsinki sürecinin SSCB'nin çöküşündeki önemli rolüne dikkat çekiyor ve Sovyet liderliğinin Batılı ortakları hakkında ‘yanılsamalar’ içinde olduğuna işaret ediyordu.
Rusya'yı kontrol altına almaya yönelik atıl bir politika tercih edilmesi Batı’yı çaresiz durumda bıraktı
Batı, şu anda Rusya’ya yönelik tam da bu çaresizlik durumunda bulunuyor ve her türlü ciddi önleme başvurmuş durumda. Sebebi ise basit, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra Rusya'yı, kurumsal çerçevesi AGİT tarafından sağlanan gerçek anlamda kolektif ve ideolojiden arındırılmış işbirliğine dahil etmek yerine, Rusya'yı kontrol altına almaya yönelik atıl bir politika tercih edilmesi. Odak noktası ise Batı'nın Avrupa'daki hakimiyetini oluşturan iki kurumun, Varşova Paktı'nın ardından dağılmayan NATO'nun ve Avrupa Birliği'ne dönüşen AET'nin korunmasıydı.
NATO ve AB’nin çifte genişlemesi
Bu çifte genişleme, Baltık ülkeleri de dahil olmak üzere SSCB'nin eski jeopolitik alanının yutulmasıyla gerçekleşiyordu. Dahası, AB'ye kabul bir ‘havuç’ görevi gördü, çünkü buradaki temel koşul NATO'ya önceden üyelikti. Rusya, birleşik bir Avrupa'nın ‘Çin'le sınır komşusu’ olmak istemediği bahanesiyle kasıtlı olarak bu genişlemenin dışında bırakıldı. NATO genişlemesi başlar başlamaz, Amerikalı diplomat George Kennan bunu haklı olarak ‘Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana geçen dönemdeki en kader belirleyici karar’ olarak nitelendirdi. Şu anda, bunun pek te iyi gizlenmemiş Rusya'ya bir savaş ilanı olduğu açık.
Aynı zamanda, Soğuk Savaş döneminin tüm gelişmeleri ortadan kaldırılıyordu. AKKA Anlaşması, bloklar arası gerçeklik ortadan kalktığı ve Batı'nın Rus topraklarındaki askeri faaliyetler üzerindeki kontrolünün bir aracına dönüştüğü için varlığını yitirdi.
Bir dönemde sağlıklıymış gibi başlayıp, sonunda rezil bir duruma düşerek, Rusya'nın bir daha asla ayağa kalkıp küresel bir güç statüsünü geri kazanamayacağı kesinliğiyle Soğuk Savaş politikasını uzattıkları ortaya çıktı. Batı, Sovyetler Birliği'nin halefiyle değil, kendini bir kez daha böyle kabul etmiş tarihi Rusya ile uğraştığının kesinlikle farkında değildi. Jeffrey Sachs, 90'ların başlarında, Rusya'ya mali ve ekonomik yardım konusunun şok terapisinin kritik bir aşamasında olduğu dönemde bile, Batılı sermayelerin ekonomimizi ayakta tutma ihtiyacından yola çıktıklarını, ancak yapısal reformlar yoluyla güvenli ve ilerici bir büyüme için hiçbir şekilde alan bırakmadıklarını söyledi.
Batı’nın Rusya'nın küresel güç statüsünü geri kazanamayacağı inancıyla Soğuk Savaş politikasını uzattığı ortaya çıktı
Aslında, Rusya'nın bir daha asla ayağa kalkıp küresel bir güç statüsünü geri kazanamayacağı inancıyla Soğuk Savaş politikasını uzattıkları ortaya çıktı. Batı, Sovyetler Birliği'nin halefiyle değil, bunun blincinde olan tarihi Rusya ile karşı karşıya olduklarının kesinlikle farkında değildi.
Helsinki süreci nihayetinde utanç verici bir sona yaklaşıyor
Helsinki süreci Avrupa'da ulusalcı seçkinler galip gelirse yeniden canlandırılabilecek olsa da, nihayetinde utanç verici bir sona yaklaşıyor. Ancak şimdilik, ŞİÖ'ye dayalı Avrasya güvenliği fikri daha umut verici gibi duruyor.
Batı'nın kıtadaki hakimiyetinin sonsuza dek süreceğini ve AGİT şemsiyesi altında korunacağını varsayan mevcut Avrupa elitler neslinin mantıksızlığı şaşırtıcı.
Ancak, Batı medeniyetinin, değerlerinin ve davranış biçiminin bize karşı doğuştan gelen yabancılığını açığa çıkarmak için, çıplak Rusofobi biçiminde aşırılığa gitmek ve Rus dili de dahil olmak üzere Rus olan her şeyi ortadan kaldırmaya çalışmak gerekiyordu. Belki de bunun için onlara teşekkür etmeliyiz. Sonuçta Batı hakkındaki yanılsamalardan kurtulmanın bir bedeli var."
